45. UNESCO Dünya Miras Komitesi toplantısında, 22 Eylül 2023’te “Anadolu’nun Orta Çağ Dönemi Ahşap Direkli ve Kirişli Camileri” olarak “Dünya Mirası Listesi”ne alındı. Ülkemizin beş ayrı kentinde bulunan bu camileri paylaşmak istedim
Çeşitli tarihlerde UNESCO “Dünya Mirası Geçici Listesi”ne alınan Anadolu’nun çeşitli bölgelerindeki camiler, bu kez 16-20 Eylül 2023 tarihleri arasındaki 45. UNESCO Dünya Miras Komitesi toplantısında, 22 Eylül 2023 günü “Anadolu’nun Orta Çağ Dönemi Ahşap Direkli ve Kirişli Camileri” olarak “Dünya Mirası Listesi”ne alındı.
Ülkemizin beş ayrı kentinde bulunan bu camilerin isimlerini duysak da çok azımız bu yapıları ziyaret etmiş, içlerindeki havayı solumuştur. Bu konudaki bilginize katkıda bulunmak ve imkân bulduğunuzda mutlaka ziyaret etmeniz için sizlerle paylaşmak istedim.
Sivrihisar Ulu Camii
Bu yapıların en eskisi, ilk yapımı 1232 yılına kadar geriye giden Sivrihisar Ulu Camii’dir. Anadolu’nun günümüze erişmiş en büyük ahşap sütunlu camisidir. Anadolu Selçuklu döneminde Emîr Cemâleddin Ali Bey tarafından inşa ettirilen cami, 1274-1275 yılları arasında yapılan müdahale ile günümüzdeki şeklini alır.
1409-1410 tarihinde minare ilave edilir ve 1439-1440 yılında ise bugün gördüğümüz mihrap yapılır. Dört giriş kapısı bulunan caminin dış duvarları kâgir olup, içinde altmış yedi adet ahşap sütun bulunmaktadır. Beşik çatılı yapının üzeri kiremit kaplıdır. Ahşap sütunların üzerindeki başlıkların on dokuz tanesi ve tümünün kaidesi mermer olup, devşirme malzeme kullanılmıştır. Diğer sütunların üzerine ise ahşap sütun başlıkları yerleştirilmiştir. Bu ahşap başlıkların bazılarında yoğun rozet, palmet, geometrik ve bitkisel motifler bulunmaktadır.
Sivrihisar Ulu Camii’nin minberi, Anadolu Selçuklu sanatının en dikkate değer eserlerinden biridir. Horasanlı İbn-i Mehmed tarafından kündekâri yöntemiyle yapılan minber üzerindeki geometrik süslemeler, rumi ve palmetlerle işlenmiş dolgular ve ajurlu korkuluğu ağaç işçiliğinin en güzel örneklerindendir.
Afyonkarahisar Ulu Camii
Tarih sıralamasına göre ikinci yapı 1272-1277 yılları arasında yapılan Afyonkarahisar Ulu Camii’dir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin çöküş döneminde kurulan Sahib Ataoğulları Beyliği’nin hüküm sürmeye başladığı dönemin hemen öncesinde Sivastos oğlu Ali Bey tarafından yaptırılmaya başlandığı kabul edilmektedir. Kâgir kalın duvarlı, bozuk dikdörtgen formundaki yapının çatısı toprak damlı ve bir aydınlatma feneri bulunurken, 1947 yılında yapılan onarımda bu fener kaldırılır daha sonraki tarihlerde ise çatısı bakır kaplanır. Mihraba dik dokuz, mihraba paralel altı bölümden oluşan caminin içindeki kırk adet ahşap sütunun oluşturduğu mekân hissi çok etkileyicidir.
Ankara Arslanhane Camii
Üçüncü yapı ise Ankara Arslanhane Camii’dir. Ahî Şerafeddin Camii adıyla bilinen bu camiye dış duvarlarındaki arslan heykelinden dolayı halk arasında “Arslanhane Camii” denilmektedir. Ahşap minberindeki ilk kitabede, Selçuklu Sultanı II. Mesûd döneminde Ahî kardeşler tarafından 1290 yılında yaptırıldığı belirtilmekte ise de caminin daha eski tarihli olduğu söylenmektedir. Cümle kapısı yanındaki bir kitabede camiyi yaptıranın “Şerafeddin” şeklinde okunduğu, halbuki ismin aslının “Seyfeddin” olduğu, bu nedenle yaptıranın Emîr Seyfeddin Çaşnigîr olabileceği düşünülmektedir. Bu değerlendirmeye göre caminin yapımı XIII. yüzyılın başlarına kadar geriye gitmektedir. Aynı yüzyılın sonlarına doğru harap duruma düşen caminin, ahîlerden Hüsâmeddin ve Hasan isimli iki kardeş tarafından yenilendiği kabul edilmektedir.
Beyşehir Eşrefoğlu Camii
Eşrefoğulları Beyliği’nin kurucusu Seyfeddin Süleyman Bey tarafından yaptırılan bu caminin yapım tarihî Taç Kapısı üzerindeki kitabe şeklindeki vakfiyesinde, H. 696 / 1296-1297 yılı okunmaktadır. Harime açılan çinili kapının kemer alınlığındaki çini mozaikle yazılmış olan ikinci kitâbede ise H. 699 / 1299-1300 tarihi okunmaktadır. Bu iki kitâbe bize yapının yapım süresinin üç yılı bulduğunu göstermektedir. Anıtsal giriş kapısı Sivas’taki Gök Medrese ve Çifte Minareli Medrese taç kapılarının üslup özellikleri ile benzerlikler gösterir. Konya’daki İnce Minareli Medrese’nin mimarı olduğu düşünülen Kalûyân’ın yetiştirmelerinden biri tarafından yapıldığı ileri sürülmektedir
Son derece etkileyici olan iç mekân, kırk sekiz adet ahşap sütunun üzerindeki konsollara oturan ahşap kirişlerin taşıdığı kalem işi süslemelerle bezenmiş düz bir tavanla örtülüdür. Sütun başlıkları, konsollar ve tavan kirişleri kalem işleriyle donatılmıştır. Tümüyle çinilerle kaplı olan mihrabı döneminin en güzel ve nadide örneklerinden biridir. Minberi, kapı ve pencere kanatları kündekâri tekniğiyle yapılmış olup, Anadolu’daki sayılı örneklerden biridir. Benzer şekilde yapının güneybatı köşesinde yer alan Hünkâr Mahfili ile Müezzin Mahfili’nin ahşap işçiliği de dönemi için örnek teşkil eder.
Kastamonu Kasaba Köyü Mahmud Bey Camii
Candaroğulları Beyliği hükümdarı Emir Adil Bey’in oğlu Emir Mahmud Bey tarafından ulu camii olarak yaptırılan bu yapının giriş kapısı üzerindeki kitabesinden yapımına 1366 yılında başlandığını öğrenmekteyiz. Kareye yakın dikdörtgen planlı yapının dış duvarları kâgir, iç taşıyıcıları ise tümüyle ahşaptır. Dört adet kalın kesitli sütun tarafından taşınan son cemaat yerinden asıl cami hacmine geçilir. Caminin içinde de dört adet ahşap sütun bulunmakta ve çatıyı bu sütunlar taşımaktadır. İç mekânın bu kadar eski bir tarihte muhteşem şekilde oluşumu bölge insanının yapı bilgisine hayranlık duymamıza neden olmaktadır. Caminin kapısının Ankaralı ahşap ustası Hakkak Abdullah tarafından yapıldığı düşünülmektedir. 1977 yılında çalınan bu muhteşem kapı daha sonra bulunarak Kastamonu Etnografya Müzesi’nde koruma altına alınmıştır. Günümüzdeki giriş kapısı eski kapı örnek alınarak yeniden yapılmıştır. Pek az orijinal parçası kalan minberi de aynı usta tarafından yapılmış olmalı.
Sonuç
Ülkemizin dünya mirasına armağan ettiği beş yapı dışında benzer pek çok sayıda yapımız bulunmakta, ancak ne yazık ki çok az kişi bu yapıların ve oluşturdukları değerin farkında. Özellikle bu yapıları korumak ve geleceğe ulaştırmakla yükümlü bürokrasi günlük işlerle uğraşmaktan vakit bulup nelere malik olduğumuzun farkına varmamıza yardımcı olmuyor. Bu ülkenin soyut ve somut kültürel mirası tüm dünyanın ilgisini çekmekte, gelecek için yol açıcı mesajlar taşıdığı düşünülmekte. Sanırım bu kadar çok kültürel mirasa sahip olmak çoğu kişiyi hovarda yapıyor. Mirasyedi gibi davranılmasına yol açıyor. Beş kültür varlığımız daha “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne alındı, peki değişen nedir? Bazı gazetelerin sayfalarında günübirlik haberler çıktı, bazı televizyonlar görsel olarak bu yapıları gündeme getirdi. “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne girmek aynı zamanda sorumluluk üstlenmek demektir. Bu yapılar artık yalnızca bizim değil, tüm insanlığın malı olmuştur. Daha çok sorumluluk duymamız ve bu yapıların gerek korunması gerekse onarımı için daha titiz olmamız gerekiyor.